31.12.09

2010'a girerken...

2010’a girerken benim hala umudum var.

Evet, demokrasinin olmayıp demokratların bol olduğu,
şiir kitapların satılmayıp herkesin şair olduğu;
roman okumayıp, hayatlarının roman olduğunu sananlar ve buna benzeyenler,
hayatın birer kötü esprisi gibi geliyorlar bana.
Olsun..
Bir gün barışın da tarihi yazılır ve okullarda okutulur elbet.
Bir yabancı dili, derdimizi anlatabilecek kadar değil de,
dertleri de anlayabilecek kadar öğreniriz..
Eğitim kurumlarında; sınavlarda başarılı olan öğrencilerin yerine, başarısız olanların da fotoğrafları asılır ve altına “Özür dileriz!” yazılır...
Bir bakmışsınız, sanat haberleri, suç haberlerinden daha çok verilir ülkede…
Yine bir bakmışsınız, “sanatçılar (!) televizyonlarda, halkı aç olan bir ülkede yemek tarifleri vermemeye” başlamışlar...
Belki içimizden bir belediye başkanı çıkar da; piramitlerin binlerce yıl önce nasıl inşa edilip, bugünlere gelebildiğini değil de, birkaç ay önce yapılan yolların neden tahrif olduğunu anlatır bize.
Umarım haklı olmak, bir gün milletvekillerine de yakışır.
Bakarsınız, kaza yerine ambulanstan önce giden haberciler, ilk yardımı öğrenmeyi de akıl ederler bir gün. Sağlık çalışanlarını durmaksızın aşağılayıp, kendilerini güvende hissetmek için yıllarca sigorta primlerini ödeyen, ‘yaşasın’ diye çocuklarına bir de ‘Can’ ismi koyup, sokak ve caddelerini ölen askerlerinin adını vermekten çekinmeyen, hüzün kültürüne bağlı ülke insanlarımızın, mutluluğu sadece reklam filmlerinde izlemeyeceği gün de gelir.

Ben inanıyorum.
Yazının icadından 5 000,
seçtikleri kutsal kitabın ilk ayeti “Oku” sözcüğünden 1400 yıl sonra
“Haydi Kızlar Okula”, “Baba Beni Okula Gönder” gibi kampanyaları başlatabiliyorsak,
kim bilir, belki de şunun şurasında
mutlu olmaya da birkaç yüz yılımız kaldı...

İyi anılar edineceğiniz bir yıl olsun isterim 2010.
Sevgiyle kalın…

Göksel BEKMEZCİ

23.9.09

ÜÇ MEKTUP














Türkiye’de yaklaşık 90,000 cami var. 3,850’nin üzerinde Kuran kursu…
141 Üniversite, 1,220 Hastane…
60 bin kişiye 1 hastane, 350 kişiye 1 cami düşüyor.
Her yıl yaklaşık 400 bin kişi kalp krizinden ölüyor. Bu sayı, trafik kazalarındaki ölümlerin 30, 1999 Marmara depreminde ve 25 yılda terörle mücadelede ölenlerin sayısından 10 kat daha fazla. 2030 yılında, dünya genelinde yılda 26 milyon kanser vakası gerçekleşeceği tahminleri yapılıyor…

23 Ağustos ’09 sabahı, 10 yıldır M.E.B.’in denetimindeki bir okul, İstanbul Büyükşehir ve İlçe Belediyesi ekiplerince, Cumhuriyet tarihinde ilk kez yıkıldı. Peki, Cumhuriyet tarihinde kaç cami yıkıldı? Her yıl yaklaşık 600 kişinin eğitim gördüğü Kemer Okulları’nı yıkanlar, bugüne kadar camilerden kaç bilim adamı, kaç sanatçı çıkardı? Hangi İmam veya Müezzin, insanlığın faydasına bir şey üretti? Hangi biri okudukları ezan’ın makamlarına uydu?
Bu ve benzerlerinin eğitimle çözümlenebileceği bir ülkede, söyleyebilir misiniz bugüne değin kaç kişi inançsızlıktan öldü?

* * *

Okullar açılıyor.
Kemer Okulları, Kemerburgaz’da, bir Alışveriş Merkezi’nde kendi yarattıkları imkânla eğitimlerini sürdürecekler. Eğitimlerini sürdürmek isteyen ve buna imkân tanınmayan çocuklar da var elbet. Polise taş attıkları gerekçesiyle terör örgütü üyeliğiyle suçlanan çocuklardan birkaçı Mardin E Tipi Cezaevi'nden İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şubesi’ne mektup göndermişler:

P.İ.
(16 yaşında. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla hakkında 14,5 yıla kadar hapsi isteniyor. Beş duruşmaya çıktı):

“Şubatta Cizre’de, taş atmışım diye tutuklandım. Okulum açılıyor. Bizi bırakırlar diye düşünmüştüm ancak ertelendi. Lise 3 öğrencisiydim. Yedi aydır içerdeyim. Açıköğretime kaydolacağım. Bizim yaşımızdaki çocuklar okula gideceklerken biz cezaevindeyiz. Kimliğimiz farklı diye böyle davranılıyor. Cinayetten yargılansam bu kadar ceza istemezlerdi... Psikolojimiz bozuldu. Koğuştan kötü kokular geliyor, nefes alamıyoruz. Doktor yok, gardiyanlar tedavi ediyor, ilacı onlar veriyor... Ailem görüşümeye geliyor ama her defasında telefonlar bozulduğu için görüşümüz yarım kalıyor. Bayramda dışarıda olmak güzel olurdu.”

Y.S.
(16 yaşında. Cizre’de tutuklandı, hakkında hâlâ dava açılmadı. Dört aydır tutuklu olarak parmaklık ardında):

“Lise 1 öğrencisiydim. Okullar açılıyor, ben içerdeyim. Okulumu çok seviyordum, elimden aldılar. Hakkımda kaç yıl ceza istiyorlar, bilmiyorum. İlk defa bayramda evden uzaktayım. Akşam yattığımda en çok annemi düşünüyorum. Arkadaşlarımızın çoğu ceza almış. Dışarı çıkacağımı düşünüyordum. Arkadaşlar ‘Sen de ceza yiyeceksin’ dediler. Her akşam televizyonda bizimle ilgili haber çıkacak diye bekliyoruz ama bahseden yok.”

İ.K.
(16 yaşında. Cizre’de tutuklandı. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 13 yıl ceza verildi. Ceza, yaşı dikkate alınarak 7,5 yıla indirildi. Dosyası, Yargıtay’da):

“Ortaokulu bitirdim, burada açık öğretime kaydolmak istedim ama param yok... Dosyam Yargıtay’da ama umudum yok. Bana fıkra gibi geldi. Yasalar, maddeler... Ben bir şey anlamadım, niye içerdeyim? Annem çok üzülüyor. Görüşüme geldiğinde sürekli ağladığı için doğru dürüst konuşamıyoruz. Kardeşlerim şimdi Manisa’da çalışıyor, domates topluyorlar. Dışarıda olsam onlarla çalışırdım... Buraya bir grup geldi üniversiteden, durumumuzu araştırmak için. Kötü kokudan dolayı içeri girmediler. Dedim, biz nasıl kalıyoruz? 15 yaşında arkadaşımız var burada. Hakkında 20 yıl ceza isteniyor. Çok küçük, ceza da verecekler galiba... Geçen yemekte zehirlendik. Hastaneye götürülmedik. Dediler ki, bol bol su için geçer. Sanki bol su var.”

* * *

Diyarbakır Barosu, E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan 17 çocukla yüz yüze görüşüp hazırladığı raporda şu tespitlere yer verdi:

"Çocuklara her öğün yarım ekmek, son bir haftadır her akşam makarna veriliyor. Yemeklerden çivi, topluiğne, ip ve böcek çıkıyor. / Sıcak su günde 10 dakika veriliyor, sıcak su verilirken soğuk su kesiliyor. Bu yüzden soğuk suyla yıkanıyorlar. Giysilerini elde yıkıyorlar. En erken iki ay sonra hastaneye sevk ediliyorlar. / Ailelerin getirdiği ders kitapları çocuklara verilmiyor. / Koğuşta hamam böcekleri ve fareler cirit atıyor. / Adlilere tanınan haklar Terörle Mücadele Kanunu’nda yargılanan çocuklara verilmiyor. Örneğin bilgisayar kursuna katılamıyorlar. / Gece ışıkların söndürülmesine izin verilmiyor. / Götürüldükleri psikologun, “Siz teröristsiniz” dediklerini söylüyorlar. Ellerindeki kelepçe de sökülmüyor. / Aileleri görüşe geldiğinde kötü muameleye ve hakarete uğruyor."

* * *

İşkenceyle öldürenler korunup, taş atan çocuğu öldürene ceza verilmiyorsa; suçlular, güvenlik güçlerinin yanında kendilerini daha güçlü hissediyorsa, bir gün çocukların cezaevinde mektup yazabildiklerine sevinecek duruma gelecek bu ülke. Dağlarda, ülkesi için canını ortaya koyan komutanlarına suç isnat edip, onları ceza evine gönderen, kendine silah çekenlerle masaya oturmayı amaçlayan bir yönetimde, “Cumhuriyet” dediğimiz şeyin sadece bir gazete olmadığını göstermek için, lütfen; hepimize yetecek kadar hâlâ hayat varken dünyada, biraz daha zaman ayıralım kendimize.


Göksel BEKMEZCİ

31.8.09

SUÇ ÖLENLERİN Mİ?


















Romalılar, bir kemerin yapımını bitirdiklerinde, sorumlu olan mühendisin, iskele kaldırıldığında o kemerin altında durmasını beklerlermiş. Eğer kemer dayanıklı olmamışsa bunu ilk öğrenecek olan mühendis olurmuş.

*

Britanya'da, 10 Mayıs 2002'de Potters Bar kasabasında bir trenin dört vagonu raydan çıktı. Yedi kişi öldü. Trenin üzerinden geçtiği köprünün hatalı inşa edildiği ortaya çıkınca Ulaştırma Bakanı Stepnen Byers istifa etti.

*

Yine Britanya'da, 17 Ekim 2000'de 160 kilometre hızla giden ekspres tren kaza yaptı. Dört kişi öldü. Kazaya raydaki bir kırıklığın neden olduğu saptanınca demiryolu işletmeciliğini üstlenen Railtrack şirketinin patronu Gerald Corbett görevinden ayrıldı.

*

Fransa'da 1998'de benzer bir tren kazası oldu. 56 kişinin öldüğü kazanın ardından Devlet Demiryolları Müdürü Philippe Rouvillois istifasını sundu.

*

Hindistan'da 2 Ağustos 1998'de iki tren ışıklandırma hatası nedeniyle çarpıştı. Demiryolları Bakanı Nitish Kumar ise henüz soruşturma bile açılmadan istifa etti.

*

Türkiye'de, 22 Temmuz 2004 tarihinde Sakarya Pamukova’da 41 kişinin ölüp, 89 kişinin yaralandığı 'Hızlandırılmış Tren’ kazası oldu. 80 km hızla gidilmesi gerekirken 132 km hız yaptığı söylenilen iki makinist, sekizde dört kusurlu bulundu. Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde verilen karar gereği makinistlerden Fikret Karabulut 2 yıl 6 ay hapis, 1100 TL para cezası, Recep Sönmez de 1 yıl 3 ay hapis ve 733 TL para cezasına çarptırıldı. Tren şefi Köksal Coşkun beraat ederken, bilirkişi tarafından yol tamiratlarını yapmayan ve sinyalizasyon hatası yapan TCDD yönetimi de makinistlerle aynı oranda kusurlu bulundu. Fakat herhangi bir işlem yapılmadı.

Sivil Toplum Örgütleri ve muhalefet; "TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım istifa etmeli" diye sesini yükseltti.
Binali Yıldırım, tepkilerin azalmaması üzerine Süleyman Karaman'ı kazadan 55 gün sonra görevinden aldı ve "Zor anlarda kaçacak adam değilim. Kazayı fırsat bilip bize karşı yönelenler ülkeye kötülük yapıyor..." dedi.

"Hayatım boyunca altında kaldığım tek iş bu oldu" diyen Karaman da görevden alınmasının kendisini zerre kadar etkilemediğini dile getirdi. Gelişmeler Karaman'ın gerçekten de etkilenmediğini gösterdi. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11 Mayıs 2005'te Karaman'ın görevden alınmasının hukuka uygun olmadığına hükmetti ve 8 Temmuz 2005’te Karaman yeniden görevinin başına döndü. Diğer iki makinist ise Ocak 2007’de yaptıkları açıklamada, “Hükümetin çıkardığı Sicil Affı’ndan faydalanarak bir ay önce TCDD’de iş başı yaptıklarını” söyledi.

TCDD Genel Müdürü ve Ulaştırma Bakanı hakkında herhangi bir işlem yapılmadığından, davayla ilgili karara makinist avukatları ve ölenlerin yakınları olmak üzere 20 kişi itiraz etti. Dava dosyaları, kararda adları geçen yakınlarını kaybeden ve yaralananların da bulunduğu 177 kişiye tebliğ edildikten altı ay sonra Yargıtay'a gönderildi. Yargıtay 2. Ceza Dairesi, 1 Şubat 2008 tarihinde karara çıkan ‘Hızlandırılmış Tren’ kazasıyla ilgili dosyayı inceledikten sonra 5 yüksek yargıçtan oluşan mahkeme heyeti, kararı 'usulden' bozdu. Yargıtay bozma gerekçesini, 'Kovuşturma ve soruşturma aşamasında şikâyetçi olan beş kişinin yokluğunda kararın verilmesi' olarak gösterdi. Yargıtay'ın bu bozma kararı sonrasında ‘Hızlandırılmış Tren’ davası dosyası yeniden görülmesi için Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi.
Bugün her şeyi başa döndüren bu sonuç, ne ölen 41 kişiyi geri getirdi, ne de acıları biraz olsun dindirebildi.
Bazı Milletvekilleri, sert bir ifadeyle “Eleştirilerin dozunu kaçırıyorlar! Felaket çığırtkanlığı yapıyorlar” deyip kazayla ilgili olarak “Takdir-i ilahi” dedi. Oysa onların İlâhı bu yaklaşıma 14 asır önce, yine onların kutsal saydıkları kitabında; A’raf suresinin 28. Ayetinde yanıt vermişti: Bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?

Hızlı Tren Bileti’nin resmi sitesi http://www.hizlitrenbileti.com/ ’dan bir alıntıyla bitiriyorum yazımı.

"Hızlı tren güvenli mi? Evet, Hızlı tren güvenlidir. Çünkü 7 start kontrol testle open marş alır. Vira Bismillah nonstop ray-cer dinleyicisi railwayskinner da devreye kazandırılır. Ve hızlı trenleri euro- makinistlerimiz olan bir pilot timi sürer. Sistemin gerisinde ise DDY ailesi vardır. Hızlı tren güvensiz diyene siz gülün!"


Göksel BEKMEZCİ

13.8.09

TEK!
















"Tek halk. Tek imparatorluk, Tek lider."

Paul Joseph Goebbels
-Alman Politikacı- 1933 - 1945 Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı /
(“Tek halk. Tek imparatorluk, Tek lider.” Sloganını bulan kişi)


*

"Tek halk. Tek imparatorluk. Tek lider.

Adolf Hitler
(1933-1945) Almanya Başbakanı


*

"Tek millet. Tek bayrak. Tek vatan. Tek devlet"

Recep Tayyip Erdoğan
T.C. Başbakanı
(Diyarbakır 2005 / Hakkâri, Yüksekova 2008 konuşmalarında)


*

"Tek Ulus. Tek bayrak. Tek devlet."

İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak
2008-2009 Öğretim Yılı Açılış konuşmasında)


*

"Tek Takım. Tek yürek. Tek hat."

Avea (GSM Operatörü)
GS Mobil Reklam filminde (2009)



Göksel BEKMEZCİ

"SADECE ADAM ÖLDÜRDÜK"



Alkollü halde Bağdat Caddesi'nde bir arabayla yarışan üniversite öğrencisi Fırtına Gültan, aşırı hız sonucu çarptığı taksinin şoförünü öldürdü.
Arabadan yaralı olarak çıkan Gültan'ın arkadaşı, fotoğrafını
çeken gazetecilere, ‘Terörist miyim? Sadece adam öldürdük' dedi.

7 haziran 2004

ATEŞLİ SİLAH KULLANIMI




Türkiye’de her 100 kişiden 13’ü ateşli silahlara sahip ve yılda 3 bin kişi bu silahlarla ölüyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı rakamlara göre, 2007 yılında meydana gelen asayiş olaylarında kullanılan ateşli silahların yüzde 15’i ruhsatlı, yüzde 85’i ise ruhsatsız. Ateşli silahlara ulaşmak hiç de zor değil. Devlet eliyle hala taksitle silah satışı yapılıyor. Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) internet sitesi üzerinden 10 taksitle silah satışı yapıyor. Bireysel silahlanma sadece Türkiye’nin sorunu da değil. Dünyada sivillere ait yaklaşık 650 bin hafif silahın kayıp olduğu belirtilen raporda yer alan bilgiler, bireysel silahlanmanın büyük suç örgütleri ve iç çatışmalar için de önemli bir kaynak oluşturduğunu ortaya koyuyor. Sivillerin silah sayısı devletlerdeki silah sayısından daha fazla.

ERNIE CHAMBERS "TANRI'YI MAHKEMEYE VERDİ"

















“Tanrı aleyhine” açtığı dava, mahkeme tarafından, “davalının ikametgah adresinin bulunmadığı” gerekçesiyle reddedildi.

Nebraska eyalet senatörü Ernie Chambers tarafından açılan davada, “Tanrı’nın kendisini ve Nebraska halkını tehdit ettiği, dünyadaki milyonlarca insana dehşet saldığı, yaygın ölüm ve yıkım getirdiği” iddia edilerek, bunun önlenmesi için mahkemeden karar çıkarması istendi.

Hakim Marlon Polk, dava sürecinde yasal belgelerin iletilebilmesi için davalının adresinin bilinmesi gerektiği, ancak adres bulunmadığı yönünde karar aldı.
Ancak Chambers, mahkemenin Tanrı’nın varlığını tanıdığını belirterek, “Bunu kabul etmek, Tanrı’nın her şeyi bildiğini kabul etmektir” dedi.

Davacı Chambers, “Tanrı her şeyi bildiğine göre bu davadan da haberdardır” çıkarımında bulunarak, hakimin kararına karşı çıktı.
... Devamı
38 yıldır senatör olan Chambers, “davayı herkesin herkesi, hatta Tanrıyı bile dava edebileceğini göstermek için açtığını” söyledi. (Ekim 2008)

TIMOTHY O'SULLIVAN - SAVAŞTA ÖLENLERİ GÖSTEREN İLK FOTOĞRAF (Amerikan içsavaşı)










"İngiltere’nin Batı Yorkshire bölgesindeki Halifax kentinde ortaokullarda verilen kompozisyon ödevinde, öğrencilerden kendilerini 7 Temmuz saldırılarını düzenleyen intihar bombacılarının yerine koymaları istendi.
Halifax belediyesi, bunun, hükümetin terör eylemlerine karşı verdiği mücadelenin bir parçası olduğunu savundu."
(Şubat 2009)



Unıcef rakamlarına göre 594’ü üçüncü dünya ülkelerinde olmak üzere 1945 yılından bu yana194 savaş olmuştur. Bu savaşlardan etkilenen insan sayısı 1.8 milyar. Yine bu savaşlardan ölen insan sayısı ise 330 milyon, şu anda savaşın içinde yaşayan insan sayısı 50 milyon, son 10 yılda savaşta ölenlerin sayısı 5 milyon, sakat kalanların sayısı ise 6 milyon. Sadece Irak’ta mart 2003 ile temmuz 2006 arasında işgal nedeniyle ölen Iraklılar'ın sayısı 654.965.




"I. Dünya Savaşı'nda ölenlerin %10'u sivil.
II. Dünya Savaşı'nda %50'si..
Vietnam Savaşı'nda öldürülenlerin %70'i sivil.
Irak'ta %90'ı..."

VERGİLER










"Sanıyor musunuz ki ödediğimiz vergiler bize yol, su, köprü, hastane, okul olarak geri dönüyor?
Maalesef vergilerimizin yarısından fazlası faiz olarak buharlaşıyor. Son 25 yılda, devlet bütçeden 433 milyar dolarlık faiz ödemesinde bulundu.
Yatırımlara ayrılan pay ise bunun dörtte birine bile ulaşamadı. 1983-2007 yılları arasında devlet halktan topladığı her 100 dolarlık verginin 51 dolarını faiz ödemeleri olarak kullandı."

Sinan Aygün

3.7.09

"BİR KELİME YETERLİDİR. GERİSİ LAFTIR."

















Bazen sizlere de oluyordur mutlaka; ana dilinizi konuşmanın ciddiye alınır bir yabancılaşmasını yaşıyorsunuzdur hayatınızda. Her yer Dil Kursları ve Yaşam Merkezleri’yle dolmaya başlamışken suskunluk ve yaşam kalitesizliği de o denli evrenselleşiyor işin aslı. Bu noktada anlamadığım bir husus ise, insandan uzak bir yerlere taşınmayı düşünürken, aynı zamanda oranın merkezi bir yer olmasına özen gösteriyor oluşumuz…
Elbette -bilinçli- susmanın tarihi, boş konuşmanın tarihinden çok daha eski.

*

Bir süre önce resmi bir borcumdan dolayı banka hesaplarıma haciz kararı geldi ve ben para çekeceğim sırada öğrendim bu durumu. Sözü geçen resmi daireye, hatta direkt Genel Müdür’ün odasına gittim. Güler yüzlü bir beyefendiydi. Borç bilgilerimi bilgisayardan çıkardı, ne kadar olduğunu söyledi. (Nedense bu Onun görevi değilmiş de bana iyilik ediyormuş gibi hissettiğimden, gereğinden fazla bir saygıyla durdum yanında).
Borcumu öğrendikten sonra “Taksitlendirebilir miyiz?” diye sordum.
“Borcumun sıfırlaması gerektiğini” söyledi…
“İyi de, sıfırladıktan sonra taksite neden ihtiyaç duyayım ki?” dedim.
“Öyle!” dedi... Güldü… Güldük…
“Taksit istiyorsam, borcum olmamalı yani” dedim… “Evet” dedi…

Odadan çıkarken ikimizde gülüyorduk…

*

Bir süredir bazı iletişim operatörlerin sunumlarını yapıyorum. Ve şu cümleyle o kadar sık karşılaşıyorum ki; “Ben bu hattı kullanıyorum. Çünkü artık her yerden çekiyor.”
“Evet, doğru söylüyorsunuz fakat siz her yere gitmedikten sonra bu gerçekten önemli bir şey mi?” diye soruyorum… Gülüyorlar… “Haklısın” diyenler oluyor arada.. Gülüyoruz…
“İnsan hem haklı hem mutlu olamıyor” ama…

Elbette en uzak noktada tanıdıklarımız için de geçerli bu. Biz gidemesek de, gideni aramak için müthiş bir imkân. İletişim araçları öylesi gelişiyor ki, reklamlarına dahi yetişemiyoruz. Ve bu konuda değişmeyen bir şey varsa, hâlâ birbirimizi aramayışlarımıza olan sitemlerimiz… Birbirini bu denli boşlayan, adına ‘Halk’ dedikleri kesim için geliştirilmiyor tabi ki her şey…
*

Reklam piyasası öyle bir hareket kazandı ki; sattıkları şeyleri ya bedava ya da bizler o ürünü alırken, kâr yapmışız gibi gösteriyorlar.
İletişim operatörleri, sözünü ettiğim konunun öncülerinden aslında..
“Her yöne 10 saat sınırsız konuş” ne demek mesela…
“39 kontör karşılığı, her yöne 500 sms bedava” ne demek…
Sanki bunların karşılığı alınmıyormuş gibi gösterilmesi reklamın başarısı değil, bizlerin sağlıksız duruşunu daha çok koyuyor ortaya.

*

Yakın zaman önce bir spor salonunu dolaştım. Oldukça büyük bir yerdi. Gerçekten de önemli kolaylık ve farklı imkanlar sunuyorlardı… Bu imkanları dile getiren sıcak kanlı delikanlı, bana, “Bir yıl boyunca her şeyden ücretsiz faydalanacağımı” söyledi… Kayıt ücretini sordum, “2000 TL” dedi. “2000 lira vereceğim ve her şeyden ücretsiz mi faydalanacağım” dedim. “Evet” dedi. Ben bir şey söylemeyince güldü…
Belki hâlâ gülüyordur, bilmiyorum…

*

Şarkıcı Doğuş, “Müzikte tek eksiğim opera” derken canı gerçekten ne söylemek istedi diye düşünüyorum bazen… Ya da Emrah’ın “Mozart dinlemiyorum ama Türkiye’ye gelirse konserine mutlaka giderim” demesini… Veya bu ülkenin Başbakanlarından Tansu Çiller’in Anıtkabir özel defterine “Yüce önder. Ulu ve büyük Atam” diye yazmaya başlayıp, “Görüşmek üzere” diye bitirirken neyi kastettiğini... Ve neden bu insanları tanımak zorunda kaldığımı… Şu açık ki, açık cümleler yetmiyor hayata…

Televizyon haberlerinde “Yapılan açıklamaya göre” diye bir iç başlık vardır, bilirsiniz. Söyleyin lütfen, bu açıklamaları anlayabiliyor musunuz? Benim birikimlerim yetmiyor onları anlamaya. Bazen bir yabancı dilden daha çok ihtiyaç duyuyorum ana dilimi öğrenmeye…
Ve özellikle Milletvekillerinin hatalarını, beceriksizliklerini ezberleyip, birbirimize anlatıp, video görüntülerini paylaşmak; bizleri iyi, aydın insanlar yapar (!) oldu… Onlar ki, Milletvekili’nin gördüğü saygınlığı Atatürk’ten aldılar. Ve herhangi birine hitaplarında “Sayın” derlerken, hiçbiri “Sayın Mustafa Kemal” demezler oysa.

Bilgi bu değil. Farkındalıksa hiç değil…
Doğru bulduğumuz bir şeyi sakin söyleyemiyoruz nedense... Dünya üzerinde 7 milyar kişi olmuşuz, kızmayı pek ala becerebilirken, örneğin mutluluğu tarif edemiyoruz hâlâ… Bilmiyorum belki de bu sebeple bir ömür boyu mutluluklar diliyoruz birbirimize…

Benim öğrenci olduğum zamanlarda konuşulanlar tahtaya yazılırdı. O günün çocukları bugün “Konuş doya doya” diye kampanyalar yapıyor olması anormal gelmiyor aslında bana… Bazı takım elbiseli insanlar, susturmaya yönelik; hem kendi duruşunu güncellemek hem de insanlara örnek olacak tuhaf cezalar verirken birilerine; birilerilerinin konuşmayı teşvik edecek süslü yaklaşımlarını hiç iyi karşılamıyorum doğrusu…
Murathan Mungan’ın çok beğendiğim bir sözünü, hayatımın neresine koyacağımı bilemiyorum bir türlü… Rafta duruyor cümle…
“Küsmek yerine daha çok konuşmalıyız. Şu ümitsiz gezegende tek konuşan canlı türü biziz çünkü.” diyor…
Sonra da Bernard Shaw’ın sözü çakılıp kalıyor aklıma;

“Bir kelime yeterlidir. Gerisi laftır.”

*

Göksel BEKMEZCİ

18.6.09

SLOGANLAR VE HAYATLAR




Bazı Sloganlar…

Hastalıkta ve sağlıkta - Anadolu Sağlık Merkezi
*
Hayalleriniz güvence altında - Ak Emeklilik
*
Hayat uzmanı - Anadolu Hayat
*
Her zaman sizinle - Aksigorta
*
Hiçbir şey olmamış gibi - Ankara Sigorta
*
İşimiz kalbiniz, Yeriniz Kalbimizdir - Bursa Anadolu Hastanesi
*
Sağlıklı sigorta - Acıbadem Sigorta
*
Sağlıkta mükemmellik - Amerikan Hastanesi
*
Sizi saran dost - Ankara Sigorta
*
Sağlığınız bize emanet - Bursa Anadolu Hastanesi
*

Bazı Hayatlar…

“Türkiye’de hasta sayısı nüfusun %90’ına ulaştı.”
Prof. Dr. Süleyman Türk
*
(Türk Sağlık-Sen / Mart 2009 Raporu)

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’na bağlı sağlık kuruluşlarında yaklaşık
108 bin doktor görev yapıyor.
1 doktora 653 kişi düşüyor.
Sadece Sağlık Bakanlığı’nda görevli doktorlar dikkate alındığında ise
1 doktora 1.104 kişi düşüyor.

2008 yılında 1.525’i uzman doktor,
1.749’u pratisyen olmak üzere toplam 3.274 doktor
Sağlık Bakanlığı’ndaki görevinden istifa etti.
*
“Devlet,
herkesin yavaş yavaş intiharına "Hayat" denen yerdir.”
Friedrich Nietzsche
*


Göksel BEKMEZCİ

17.6.09

KİTAPLAR














Bildiginiz üzere Türkiye’de okuma alışkanlığıyla ilgili, okuyan ve okumayan hemen herkesin bir yaklaşımı, bir sözü var…
Çoğunlukla, okuyanla okumayanların bu konuda çözüme yönelik benzer yanıtlar veriyor oluşu da tebessümle karşıladığım bir durum dogrusu.
Kitapların sağlanması kadar, okuma alışkanlığını edindirecek bir calışmanın da sağlanması gözardı edilemeyecek bir durum.

Sayısal verilere göre bir Japon, yılda 25 kitap okuyor. Bir İsveçli, yılda 10 kitap; bir Fransız ise, yılda 7 kitap okuyor. Türkiye’de ise bir kitabı, yılda 6 kişi okuyor. Şu an ülkemizde 95 kişiye bir kahvehane, 65 bin kişiye de bir kütüphane düşüyor.
Olumsuz örnekler artırılabilir elbette…

Kitaplarla ilgili güzel bir fikri projelendirip, bu konuda calışmalara başlayan Hatay/Samandağ Kaymakamlığı’nda görevli dostum, Hidayet FIRINCIOĞULLAR'ından aldığım e-postayı, olduğu gibi sizlerle paylaşıyorum. Umarim amaca hizmet edecek bir emeğe hep birlikte katkıda bulunmuş oluruz…

Göksel BEKMEZCİ

* * *


"ESKİ KİTAPLAR YENİ OKURLAR" İLE BULUŞUYOR


Kaymakamlığımız tarafından "ESKİ KİTAPLAR YENİ OKURLAR" Kampanyası 09.06.2009 tarihinde başlayacaktır.

Kampanya çerçevesinde; okul kütüphanelerine kitap sağlanması, destek olunması, askıda kitap, ödünç kitap, kitap bağışı gibi uygulamaları aktif hale getirerek, hayırseverleri, sivil toplum örgütlerini, medyayı, kamu kurumlarını kampanyaya destek olmaları ve öğrencilerin yanında ayrıca ailelere kitap götürmelerini sağlayarak velileri üzerinde etki yaratmasının sağlanması ve "OKUMA ALIŞKANLIĞININ YAYGINLAŞTIRILMASI" hedeflenmektedir.

Kitaplarını bağışlamak isteyen vatandaşlarımızın imza karşılığında KAYMAKAMLIĞIMIZA bağışlamaları ayrıca hangi kitabın, hangi okulun kitaplığına bağışlandığı liste haline getirilerek; yapılan çalışmalar aylık olarak (www.samandag.gov.tr) adresinden duyurulacaktır.

Tahsin KURTBEYOĞLU
Samandağ Kaymakamı


İletişim:
Hidayet FIRINCIOĞULLARI
Proje Sekreteryası
TEL: 0 326 512 81 12 / 512 10 09
E Mail: hidayet99@yahoo.com

-Kargo masraflari Kaymakamligimizca karsilanacaktir.-

8.6.09

"DURMAK YOK, YOLA DEVAM"




Türkiye’de tutuklu ve mahkum sayısı
Cumhuriyet tarihinde ilk defa rekor sayıya ulaşmış.
2005 yılında 55 bin, 2006’da 70 bin, 2008’de 103 bin,
2009 ocak ayında 105,851.
Aftan çıkanların %60’ı tekrar içeri girmiş.
Özel İletişim Vergisi’nin de bir hatrı yok iyi anlaşabilmek adına.

Yıllarca eğitime katkı payı ödedik.
Ben bir Milletvekili'nin bir kütüphane açılışında bulunduğunu
görmedim oysa.
Yanlış anımsamıyorsam 1999 yılındaki 7.8 (7.4 değil)
depreminden sonra eğitime katkı payı toplandı…
Herhalde birilerinin çocuklarının Amerika’da eğitim görmesinde
kullanılmamıştır bu paralar.
Doğrusu, 70-80 milyon kişinin yaşadığı Türkiye’de,
hayatlarını 550 milletvekiline bırakıp,
onlardan mutluluk beklemesi, hiç de akıl kârı değil.
Oldukça uzun süren eğitime katkı payı uygulaması döneminde
korsan kitaplar en çok o zamanlar satıldı da,
ülkede okuma düzeyi biraz olsun arttı.

Bu toplum insanları kutsal saydıkları Kuran’ın,
1400 yıl önceden bu yana değişmeyen uyarı ve öneri içeriğindeki
ilk ayetinde “Oku” sözünü yeni mi duyup, anlamaya başladılar acaba
merak ediyorum. Bu durum anormal değil aslında;
gündelik koşuşturmanın içinde bir de böyle şeylerle ilgilenmek
kolay mı sanılıyor. Yani bir kısım insan az bir paraya günde 12-15 saat çalışırsa, bir kısım insan da bütün gün iş arayacaktır elbet.
Camiye yardım toplandığı zaman hemen her giden bir şeyler veriyor da,
okula yardım toplanılması istenildiğinde sesler olumsuz yükseliyor velilerce…
Ki, Kuran “Çok okunan, çok kere okunan” anlamına geliyorken hem de…
Düşünüyorum da 14 asır önce biri size “Oku” diyor ve toplum 14 asır sonra
“Haydi kızlar okula” kampanyası yapıyor.
Birkaç gün önce R.A. adında 11 yaşındaki bir kız çocuğunun Seviye Belirleme Sınavı’na girmesine izin vermediği annesini öldürmesi, elbette buna dahil etmeyeceğim bir örnek.
“Toplum, suçu hazırlar, suçlu onu işler” der H. Buckle.
Bazen bilemiyorum ben de, suç işlemek gerçekten bir suç mu.

Az önce deprem dedim de; 1966 Varto depreminde evleri hasar gören 951 hak sahibi, evlerini Şubat 2009’da almışlar. Belediye Seçimleri’nden bir ay önce.
“Durmak yok. Yola devam”.

6.6.09

Küf Noktası


Küf Noktası, 2001 yılında Müjdat Gezen'in MSM adıyla yayımladığı aylık gazetede, mizah hikâyeleri yazdığım köşenin adıdır.

Gazetenin ilk sayısında, yıllık iznimi kullanmayı çok istemiştim...