23.9.09

ÜÇ MEKTUP














Türkiye’de yaklaşık 90,000 cami var. 3,850’nin üzerinde Kuran kursu…
141 Üniversite, 1,220 Hastane…
60 bin kişiye 1 hastane, 350 kişiye 1 cami düşüyor.
Her yıl yaklaşık 400 bin kişi kalp krizinden ölüyor. Bu sayı, trafik kazalarındaki ölümlerin 30, 1999 Marmara depreminde ve 25 yılda terörle mücadelede ölenlerin sayısından 10 kat daha fazla. 2030 yılında, dünya genelinde yılda 26 milyon kanser vakası gerçekleşeceği tahminleri yapılıyor…

23 Ağustos ’09 sabahı, 10 yıldır M.E.B.’in denetimindeki bir okul, İstanbul Büyükşehir ve İlçe Belediyesi ekiplerince, Cumhuriyet tarihinde ilk kez yıkıldı. Peki, Cumhuriyet tarihinde kaç cami yıkıldı? Her yıl yaklaşık 600 kişinin eğitim gördüğü Kemer Okulları’nı yıkanlar, bugüne kadar camilerden kaç bilim adamı, kaç sanatçı çıkardı? Hangi İmam veya Müezzin, insanlığın faydasına bir şey üretti? Hangi biri okudukları ezan’ın makamlarına uydu?
Bu ve benzerlerinin eğitimle çözümlenebileceği bir ülkede, söyleyebilir misiniz bugüne değin kaç kişi inançsızlıktan öldü?

* * *

Okullar açılıyor.
Kemer Okulları, Kemerburgaz’da, bir Alışveriş Merkezi’nde kendi yarattıkları imkânla eğitimlerini sürdürecekler. Eğitimlerini sürdürmek isteyen ve buna imkân tanınmayan çocuklar da var elbet. Polise taş attıkları gerekçesiyle terör örgütü üyeliğiyle suçlanan çocuklardan birkaçı Mardin E Tipi Cezaevi'nden İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şubesi’ne mektup göndermişler:

P.İ.
(16 yaşında. Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ suçlamasıyla hakkında 14,5 yıla kadar hapsi isteniyor. Beş duruşmaya çıktı):

“Şubatta Cizre’de, taş atmışım diye tutuklandım. Okulum açılıyor. Bizi bırakırlar diye düşünmüştüm ancak ertelendi. Lise 3 öğrencisiydim. Yedi aydır içerdeyim. Açıköğretime kaydolacağım. Bizim yaşımızdaki çocuklar okula gideceklerken biz cezaevindeyiz. Kimliğimiz farklı diye böyle davranılıyor. Cinayetten yargılansam bu kadar ceza istemezlerdi... Psikolojimiz bozuldu. Koğuştan kötü kokular geliyor, nefes alamıyoruz. Doktor yok, gardiyanlar tedavi ediyor, ilacı onlar veriyor... Ailem görüşümeye geliyor ama her defasında telefonlar bozulduğu için görüşümüz yarım kalıyor. Bayramda dışarıda olmak güzel olurdu.”

Y.S.
(16 yaşında. Cizre’de tutuklandı, hakkında hâlâ dava açılmadı. Dört aydır tutuklu olarak parmaklık ardında):

“Lise 1 öğrencisiydim. Okullar açılıyor, ben içerdeyim. Okulumu çok seviyordum, elimden aldılar. Hakkımda kaç yıl ceza istiyorlar, bilmiyorum. İlk defa bayramda evden uzaktayım. Akşam yattığımda en çok annemi düşünüyorum. Arkadaşlarımızın çoğu ceza almış. Dışarı çıkacağımı düşünüyordum. Arkadaşlar ‘Sen de ceza yiyeceksin’ dediler. Her akşam televizyonda bizimle ilgili haber çıkacak diye bekliyoruz ama bahseden yok.”

İ.K.
(16 yaşında. Cizre’de tutuklandı. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 13 yıl ceza verildi. Ceza, yaşı dikkate alınarak 7,5 yıla indirildi. Dosyası, Yargıtay’da):

“Ortaokulu bitirdim, burada açık öğretime kaydolmak istedim ama param yok... Dosyam Yargıtay’da ama umudum yok. Bana fıkra gibi geldi. Yasalar, maddeler... Ben bir şey anlamadım, niye içerdeyim? Annem çok üzülüyor. Görüşüme geldiğinde sürekli ağladığı için doğru dürüst konuşamıyoruz. Kardeşlerim şimdi Manisa’da çalışıyor, domates topluyorlar. Dışarıda olsam onlarla çalışırdım... Buraya bir grup geldi üniversiteden, durumumuzu araştırmak için. Kötü kokudan dolayı içeri girmediler. Dedim, biz nasıl kalıyoruz? 15 yaşında arkadaşımız var burada. Hakkında 20 yıl ceza isteniyor. Çok küçük, ceza da verecekler galiba... Geçen yemekte zehirlendik. Hastaneye götürülmedik. Dediler ki, bol bol su için geçer. Sanki bol su var.”

* * *

Diyarbakır Barosu, E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan 17 çocukla yüz yüze görüşüp hazırladığı raporda şu tespitlere yer verdi:

"Çocuklara her öğün yarım ekmek, son bir haftadır her akşam makarna veriliyor. Yemeklerden çivi, topluiğne, ip ve böcek çıkıyor. / Sıcak su günde 10 dakika veriliyor, sıcak su verilirken soğuk su kesiliyor. Bu yüzden soğuk suyla yıkanıyorlar. Giysilerini elde yıkıyorlar. En erken iki ay sonra hastaneye sevk ediliyorlar. / Ailelerin getirdiği ders kitapları çocuklara verilmiyor. / Koğuşta hamam böcekleri ve fareler cirit atıyor. / Adlilere tanınan haklar Terörle Mücadele Kanunu’nda yargılanan çocuklara verilmiyor. Örneğin bilgisayar kursuna katılamıyorlar. / Gece ışıkların söndürülmesine izin verilmiyor. / Götürüldükleri psikologun, “Siz teröristsiniz” dediklerini söylüyorlar. Ellerindeki kelepçe de sökülmüyor. / Aileleri görüşe geldiğinde kötü muameleye ve hakarete uğruyor."

* * *

İşkenceyle öldürenler korunup, taş atan çocuğu öldürene ceza verilmiyorsa; suçlular, güvenlik güçlerinin yanında kendilerini daha güçlü hissediyorsa, bir gün çocukların cezaevinde mektup yazabildiklerine sevinecek duruma gelecek bu ülke. Dağlarda, ülkesi için canını ortaya koyan komutanlarına suç isnat edip, onları ceza evine gönderen, kendine silah çekenlerle masaya oturmayı amaçlayan bir yönetimde, “Cumhuriyet” dediğimiz şeyin sadece bir gazete olmadığını göstermek için, lütfen; hepimize yetecek kadar hâlâ hayat varken dünyada, biraz daha zaman ayıralım kendimize.


Göksel BEKMEZCİ